25 Nisan 2011 Pazartesi

source code

Son günlerde zibilyon farklı nedenden ötürü istemli ya da istemdışı olarak misyonlar yüklendiğimi hissediyordum. Film bana tüm düşüncelerimi tekrar gözden geçirtti. Aynı 8 dakikayı defalarca yaşayıp olayı çözümlemenizin yeterli olduğu bir durumda, gerçek olamayacağını bildiğiniz halde içinizdeki kahramana karşı koyamayıp sanal olarak ta olsa bir tren dolusu insanı kurtarmaya çalışır mıydınız? Bu misyonu başka biri size yüklemeden neden kendinizi paralarsınız? Sonucunda bütün işlevini yitirmiş bir vücutta hapis kalmış bir ruh olduğunuz fikriyle nasıl başa çıkarsınız?
Bol aksiyon umuduyla gidip deriin deriin sorgulara giriştiğim bir film oldu. Zamanlama olarak ancak bu kadar denk gelebilirdi. İşaret sayarım ben bunu...

3 Mart 2011 Perşembe

meet the parents

Filmin durup dururken aklıma düşmesi bi tesadüf diil tabi ki.. Yarın kız arkadaşımın ailesiyle tanışıcam.. :S
Büyük oyunculuklar, keyifli konu, incelikli espriler ve eğlencenin ne demek olduğunu bilen bi yönetmen sayesinde serinin tüm filmlerini ağzım kayık kıvamında açılaraktan izlemiştim. Başkalarının içine düştüğü zor durumlara hahara hohoro gülen şahsiyet, bakalım iş başa düşünce böyle bir geceyi "cool" tamamlayabilicek mi? ( kendinden 3. şahıs olarak bahsetme mod on)

Aslında çevremdeki herkesi şaşırtıcak kadar sakin ve rahat bekliyorum yarın akşamki yemeği. (Ahanda zart diye birinci tekil şahısa döndüm) Hem kendime güveniyorum, hem de bir şeylerin ters gitmesini gerektiricek hiç bi şi yok. Tutup ta de niro tadında bi babaya da denk gelmem herıld, o anca filmlerde olur di mi laan!! :)) Karşılıklı gereksizce nazik tavırlar takınıcaz olucak biticek işte.. :)

Çok büyük ihtimalle Gaylord evladımız da bunu düşünüyodu ama işte kısmet..(!) :) Şartların benim açımdan o kadar da sert geçmemesini diliyorum, du bakalım neler olucak..

25 Şubat 2011 Cuma

the king's speech

Bazı insanlar oyuncu olmak için yaratılmıştır tezini kanıtlayan insanları bir araya getirmişler bu film için.
Bu kadar bıçak sırtı bir rolü canlandırırken hiç tökezlemeyen Colin Firth, jön olmanın tadına varmış bir oyuncu olarak egosundan sıyrılıp kendi sınırlarını genişletmeyi seçtiği Travma dan sonra beni kendine bir kez daha hayran bıraktı. Oscar gideceği yeri bilir.. :)
Geoffrey Rush karakterini çok ince detaylarıyla öylesine iliklerine kadar yaşatıyor ki, üniversitelerde defalarca izlenmesi gereken bir oyunculuk ortaya koyuyor. Genel resimde sadece başarılı olarak tanımlanıp geçebilir ama dikkatle inceleyince, gözlerinin içine bakarak seyredince oyununu kendinden nasıl da soyutlanmış o karakterin hayal kırıklıklarını ve kendini konumlandırma çabalarına adım adım şahitlik ediyorsunuz.
Helena Bonham Carter ın Tim Burton filmlerindeki o cartoon tarzına çok yatkın olduğu ve bu alanda ne kadar başarılı olduğu yadsınamaz bi gerçek. Bu film onun abartıdan uzak, hissederek oynadığı karakterlerde yan rol bile olsa nasıl da parlayacağını bi kez daha kanıtlıyor. Tıpkı "güvercinin kanatları" döneminde olduğu gibi..

127 Hours

Yaşıma göre, izlediğim ya da konusu, kurgusu, oyunculukları, zamanlaması, çekim süreci vs.hakkında bilgi sahibi olduğum film sayısı fena sayılmaz.
Açık yüreklilikle söyleyebilirim, bu film şu ana kadar gördüğüm "durduğu yeri en iyi bilen film". Konusu (özellikle de gerçek oluşu itibariyle) gerçekten hikayeye tanık olan herkesi zorlayacak bir mevzu olması sebebiyle hem duygusal hem de görsel anlamda sömürüye çok açık.
Ammavelakin büyük insan Danny Boyle bu tarz ucuz bir yol yerine nerede, olayın hangi bölümüne ne kadar süreyle değinmesini gerektiğini bilerek çok sağlam bir film ortaya çıkarmış. Çekim tarzı da böylesine klostrofobik bir hikayeyi içselleştirmemizi kolaylaştırıyor.
Başrol (hatta neredeyse tek) oyuncusu James Franco idolüm haline gelmiş durumda. Natalie Portman ile ikisini akademik başarılarının yanında bu kadar sağlam adımlarla oluşturdukları kariyerleri sebebiyle idol edinmiş durumdayım. Her ikisini de fiziksel avantajlarının ekmeğini yemek ve para basmak yerine kendilerini her daim zorlayacak rolleri tercih ettikleri için gıptayla takip ediyorum.
Sözün özü bu film başka bir yönetmen ya da başrol oyuncusunun elinde olsaydı manipüle edilip posası çıkarılmış olurdu. Çok şükür ki olabilecek en mükemmel kombinasyonun ellerinde varolmuş.

Black Swan

Kapkaranlık ve soğuk bi odada üzerimde ince bi pikeyle nefes  bile almadan seyrettim bu muhteşemliği. Birini canlandırmanın ötesinde kendinden geçip o olmak, yaşama onun gözlerinden bakmak onun gibi solumak bana hep tedirgin edici gelmiştir. Ya o otokontrole sahip değilsem ve sıyrılamazsam. Hadi sıyrıldım tekrar aynı şekilde devam edemezsem, eldeki avuçtakinden yer de kendi anılarımın verdiği acıyı, nefreti, mutlulukları kanıksayıp yalama edersem, bendeki önemlerini yitirip yaşadıklarıma, deneyimlediklerime yabancılaşıp mala bağlarsam diye tırsarım.
İşte bu yüzden gelecek vaadetmiyorumdur belki de. Mantığımdan gerektiğince sıyrılmaktan korktuğum, kafayı o boyutta çizemediğim için.
Nitekim Natalie Portman denen "übermensch" bunu yapmış, Nina olarak başlamış, White Swan ı canlandırmış, sonuca yaklaşırken tüm bunları bile kenara atıp Black Swan ın ta kendisi olmuş. Jenerik akarken gerçekte varolan bir "Nina" nın bu derecede bağlantıları kopar mıydı dış dünyadan diye düşündüm. Mila Kunis insansa benim hala umudum var. O nası bi güzellik o nası bi çekicilik ve şehvet. Olayı onun gözünden anlatan bir film olsa da izlesek. 
Biliyorum Aronofsky nin pek te şeyinde diil ama Helal olsun! böylesine özverili bir iş seyrettirdiği için..  Natalie cim Oscar ı alamazsa ben daha da ödül töreni falan izlemem. Nokta!

Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak

İzlediğim, okuduğum, dinlediğim kısacası hayatıma değip geçen şeylerin ardından hep kendimi sorgularım. Bu film de bana bunu yaptırdı tekrar ve tekrar. Salondan çıktığım andan beri bir an olsun aklımdan çıkmadı. İlk yarı boyunca hazır fırsatım varken hayattan bi mola alıp İtalya ya gitmek, her öğünde şarap içmek, orayı doyasıya yaşamak istedim. Yoğunluğumdan son derece memnun olduğum, şu an yaşadığım hayatın bir saniyesini bile değiştirmek istemeyeceğim bir zamanlamada düşündürdü bu film bana tüm bunları.
İkinci yarı boyunca da şu anda yapıyor olduklarımı sorguladım. Uzun süredir ucundan köşesinden bulaşmak için çok büyük çaba sarfettiğim ve sonuçta da tam olarak bulaştığımı düşündüğüm (!) "oyunculuk" meselesinin henüz kıyısından geçemediğimi farkettim. Senelerdir yaptığı her işi gıptayla izlediğim İsmail Hacıoğlu na bir kez daha imrendim. Zaten çok başarılı bi herif, bi de üstüne böylesine ballı projelerde yer aldıkça daha da yukarı tırmanıyor.
Tabi ki bu tarz durumlar göreceli ama filmin bende bıraktığı tad tartışılmaz. Hayatı böylesine güzel bi süreçle deneyimlemek hakkaten büyük şans. Claudia Cardinale ne güzel bir Sinyora Enrica olmuştur ve bize de ne güzel bir seyir yaşatmıştır yahu..
Çoğu kişiye sabun köpüğü gelebilecek olan bu film bana çok şey düşündürdü, düşündürmeye devam da ediyor..

14 Şubat 2011 Pazartesi

a life less ordinary

"kliselesmisligin cok disinda, orjinal, komik, eglenceli.."

film için yapılan yorumlar hep böyleydi.. benim de hayattan beklentim bu yönde akması, bu yüzden blog umun ilk yazısı bu şekilde başlasın istedim..

Hayde rastgele....